Ben hayalperest bir çocuktum (gerçi buna bakarak çok da büyümüş olduğumu iddia edemeyiz tabii). Büyüdüğümde hayatımın bol palmiyeli ve bol entrikalı Amerikan dizilerindeki gibi olacağına inanıyordum. Dört mevsim ılıman, malikanenin bahçesinde (sıradan bir evde oturacak halimiz yoktu herhalde) havuz ve çardak olan, bütün sevgililerin nazik ve yakışıklı, arkadaşlarının ünlü ve başarılı olduğu, herkesin istediği işi yaptığı, ne giyersen giy cool göründüğün bir yer...
Ama nedense bir sabah uyandığımda hayatın daha ziyade Boston'da geçen renksiz bir hukuk dizisi kıvamına geldiğini fark ettim, Ally McBeal bile değil; kuru kuru takım elbiseler, teknolojinin başka bir çağından kalma bilgisayarlar ve susmayan telefonlar... Hayattan palmiye beklerken, çorak ve rüzgarları dengesiz bir plaza yığının ortasındaki bozuk kaldırımlarda topuklu ayakkabılarla yürümeye çalışırken buldum kendimi yani. -Perestlikten -kırıklığına giden yol baya ilginç hakikaten...Dolayısıyla ben de palmiyeli, çamlı düzgün bir yol görünce çocukluk saflığımı anmaktan alıkoyamadım kendimi. Bluzu annem benim 1 yaş doğumgünümde giymiş... O bile hayatta kalabildiğine göre belki palmiyeler de hala mümkündür...
Post Arkası:
Merak edenlere;
Bluz: Annemin (80'ler ortası) / Şort: Rebecca Taylor / Çanta: Gerard Darel / Ayakkabılar: Divarese (hiç tavsiye etmem bir sonraki giyişimde topuğu çıktı) / Takılar: Kemer hatırlanmıyor (muhtemelen Sienna Miller'a özendiğim bir zaman aralığında almıştım) & Küpeler Prag'dan & Yüzük anneannemin & Longines Saat (Tevfik Aydın Saat) & Pilgrim Bileklik & Ray Ban Gözlük
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder