29 Eylül 2013 Pazar

Kıskanç Kuzen

Küçük kuzenler kıskanç olur; o nedenle kuzen düğünlerinde en parlak ve en mini elbiseyle ortalıkta dolananlar hep en küçük kuzenlerdir. Onca sene şımartsın seni bütün aile, sonra bütün şanını bir gecede elin gelinine kaptır, olacak şey mi?! Madem ki gelin uzun ve renksiz giyiyor, o zaman zaten başka alternatif yok ortada. Ama tam evden çıkacakken müdahale beklenmedik yerden gelir; annenden: 
-Gel bakiyim, gel bi' dakka! Senin sol kaburga kemiklerin neden bu kadar dışarda?
-Bilmiyorum; hep öyle değiller miydi?
-Ay yok bak bi' şey var orada! (Endişe had safhada...)
-Evet var, kemik işte!
-Giyemezsin bunu böyle! Kemiklerin çıkıyor.
O sırada aradığın defans kuvveti, aslında damarlarındaki asil kanda mevcuttur; A rh -. Babanın kızısındır sonuçta ve kendisi olayın sır perdesini kaldırır bir anda:
-Benim dedemde de vardı ya, bi' şey olmaz...

Post arkası:
Sonuçta annem kazandı ve o elbise giyilemedi.

Merak edenlere;
Elbise: Maje / Ayakkabılar: Divarese / Çanta: Vakko (Arkadaşlarımın hediyesi) / Gözlük: Ray Ban

12 Eylül 2013 Perşembe

Küçük Beden Masallar

Küçükken oynadığımız bir oyun vardı; prenses olup baloya gider parmak uçlarımızın üzerinde vals yapardık. Reverans vermeyi Disney'in Pamuk Prenses'inden öğrenmiştik; iyilerin her zaman kazandığını da Sinderalla'dan. Yeterince istersen her yerden çıkış yolu olduğunu Rapunzel anlatmıştı bir keresinde, yeterince beklersen hayallerinin gerçek olabileceğini de Uyuyan Güzel. Sonra da bazılarımız beyaz atlının yolunu gözlemeye başladı, bazılarımız da karşısına çıkan her kurbağayı öpmeye kalkıştı. Hatta kendilerini Çirkin'le aynı eve hapsolmuş, mucize peşinde koşarken bulanlar da oldu. Camdan ayakkabının bile en küçük bedeninin makbul olduğu bir dünyanın içinde yaşıyoruz. Arada sırada ayakkabıları bir kenara atıp dans etmek ya da sessizce oturmak istiyoruz sadece.


Post Arkası:

Merak edenlere;
Free People Elbise & Ray Ban Gözlükler

2 Eylül 2013 Pazartesi

Çıplak Ayaklı Kontes

Babaannem seslenirdi, ben balkona yalın ayak şıpıdı şıpıdı koşarken: "Gel buraya! Şu terliklerini giy bari ayağına!" Benimse çok acelem vardı, çünkü saat akşamüstü 4 olduğuna göre bahçeye kim çıkmış bakmam gerekiyordu; 9 taş oynamak için yeter sayı mevcut muydu, iki gün önce ortaklaşa alınan top hala yaşıyor muydu... Bu parametrelere göre atacağım çünkü kendimi sokaklara, öyle her çağırıldığımda inersem bahçeye ne anlamı var yani. Zaten babaannemle izlediğimiz o eski filmin ortasında, kontes henüz şuh bakışlarıyla kıvırta kıvırta dans ederken, okuduğum kitap koltukta yarı açık, kaybolmuşum ortalıktan. Oysa babaannemi dinleyip otursaydım yerimde, her filmin ve her yazın sonunun mutlu bitmediğini görürdüm. Kadının bir bildiği vardı tabii, Eylül dediğin illa geliyor. Sonra dersler başlayınca baskı altında nasıl da nizamıyla taş dizdiğini anlatırsın ancak öğretmene.

Post Arkası:

Merak edenlere;
Elbise: Annemin (70'lerden)